Site Network: K2 | Resartists | Artist projects |

 

K2 Güncel Sanat Merkezi



Esra Okyay Üzerine















Esra Okyay; 2000-2003 yıllarını kapsayan dönemde kendi aile albümünden seçtiği bir seri fotoğrafı yine fotoğraf kağıdı üzerine boyayla müdehale ederek yeniden üretir. Bu küçük boyutlu ve herhangi birisine ait anı fotoğrafları gibi duran resimler bu topluma ait ciddi veriler ortaya koyar. Seri; ailenin yarattığı moral değerlerin etkisiyle, sanatçının kendi geçmişine dönerek aslında bu geçmişin yarattığı baskının ve bu tür bir hesaplaşmanın ürünüdür. Bu; nostalji ya da bu kavramla ilişkili bir yaklaşımdansa ağırlıklı olarak sosyo kültürel bir bakıştır. Eve, evin içine bireyin sosyal rolüne ilişkin ciddi ipuçları barındıran bu fotoğraflar, çoğunlukla sanatçının evlenme seramonisinden görüntüleri, vesikalık fotoğraflarını – ki kıvırcık saçları nedeniyle bu fotoğrafların zaman duygusunu azaltır- annesi, babasının görüntülerini içerir. resimler bize bu türden bir sosyal durumun ipuçlarını vurucu bir biçimde göstermez ama serinin tamamına bakılınca garip bir biçimde kişinin kendi geçmişine ve aile yaşantısına olan aşırı ilgisi bizi de izleyen olarak bunları düşünmeye iter. Bu noktada da anonimleşirler. İşte tam bu aralık ve işlerindeki hassasiyet çekicilik kazanır. Yer yer kazınarak, boya katmanları kullanılarak, silikleştirilmiş resimlerdir bunlar. Esra Okyay’ın özellikle bu serisiyle, Aydan Murtezaoglu nun işleri arasında bir paslaşma denendiğinde aynı şeyi nüanslarla çeşitlendiren aynı kuşaktan iki sanatçı durur karşımızda. Özellikle benzer travmaları yaşama ve hesaplaşılan konu bakımındandır bu yakınlık. Murtezaoğlu nun “Top/less” işi hatırlanabilir.


2000 yılındaki arada kalmak sergisinde yaptığı bir yerleştirme, alis Alise karşı sergisi 2004 ve K2 sanat merkezinde açılan kısa bir ara 2004 için ürettiği üç işte ise yine toplumsala işaret eden benzerlikler birbirini destekler bir dönüşüm vardır.

Arada Kalmak sergisinde yer alan dijital fotoğrafta desenli bir halı üzerinde oyuncaklarıyla oynayan küçük 4-5 yaşlarında bir çocuk bize bakar. Çekim yukarıdandır ve böylece fotoğrafatki çocuk bize- yani yetişkine- yukarıya dogru bakar. Kendini şiddetle hissettiren çocuk ve yetişkin hiyerarşisi bu yapıtın en güçlü sözüdür. Çocuğun üzerinde oturduğu desenli halı renkli oyuncak kırıntılarıyla doludur. Halının karmakarışık desenleri arasında oyuncakları seçmekte zorlanırız. Yere konan bu dijital baskının tam üzerinde bir ampul asılıdır. Bu enstelasyon, aynı zamanda ev içinin yeniden kurgulandığı bir odadır. Bu oda, bu halılardan ve bu kabak ampullerden kullanan, çocukların yerde oynadığı alt gelir düzeyinden bir aileye ait bir evdir. Bunu algılamak için fotoğrafta gösterilen azıcık detay bile fazlasıyla yeterlidir.

Alis alise karşı sergisinde ise; evine giderken yolunun üzerinde bulunan bir duvara küçük bir çocuğun yaptığı anonim resimleri fotoğraflayarak galeri duvarına taşır. Bunu yaparken aslında çok ciddi önermesi olmadığını ısrarla dile getirir. Sanatsal bir önermenin ağırlığı, iletilen mesajın ya da sanatsal bir üst-anlatının degil yanlızca sanatçıyı çevreleyen koşullara bağlı oldukça düz bir aktarım sözkonusudur. Bu işle sanatçı kendini “üreten olmak” durumundan soyutlar. Çocuğun mermer bir yüzeye pastel boyayla çizdiği bu resimler çocuk resimlerinin altın çağına aittir.

Bu iki işi aradan geçen süre veya bağlam farklarına rağmen karşılaştırma riskini göze alıyorum çünkü her ikisini de çocuk, çocukluğun insanın hayatındaki belirleyiciliği üzerinden okunabilir. İlkinde ev içi kurgusu ve çocuk oynarken yapay bir biçimde sunuluyor, ikincisinde tam tersi oluyor bu kez dışarısı ve bilinmeyen bir çocuğun hangi zamanda yaptığı bilinmeyen bu resimlerini galeri içine konuluyor.


Sonuncusu ise bu üçlüde en dramatik ve alıntı kurgu olan, “Oskar büyümek istemiyor”. Ve herşey yine bir geçmişe ama daha da fazla çocukluk travmalarına götürüyor. Sanatçı raslantısal biçimde ailesinin evinde eskimiş çocuk ayakkabıları buluyor. Bu ayakkabılar sanatçının dehşetle anlattığı inanılmaz derecede yıpranmış yetişkin ayakkabısı görünümündeki minicik ayakkabılar. Oskar, Günter Grass’ın Teneke Trampet romanındaki çocuk kahraman.( esra okumamış ama filmini izlemiş) Sanatçı bu ayakkabıların ona çağrıştırdığı oskar ile ( zaten hep kafamda bir oskar düşüncesi vardı diyor kendisi) özdeşleştirdiği bu deriden yapılmış oldukça keskin hatlı, eskimiş ve ürkütücü ayakkabıları fotoğraflayıp bir postere çeviriyor. Bu Oskar a “büyümeyi reddeden çocuk” dönüşüyor.

Aile içi travmalarının kültürel baskının yanında sanatçı aidiyetini (mekansal, toplumsal) olarak da sorgular. Sanatçı uzunca bir kesintiye uğramış olan bir zamanlar yaşadığı şehre geri döndüğünde kendini şehrin yabancısı sayar. İzmir fotoğrafları, şehirin turistik goruntulerini bulabildiğimiz kartpostallardan oluşur. Kendi fotoğraflarını gördüğümüz bu kartpostallar daki tuhaflık özellikle yerli turistlerin yaptığı gibi şehirdeki heykellerin, havuzların ve simgesel önemi olan mekanlarda çektirdiği iğreti pozları içermesidir. (Saat kulesi, cumhuriyet meydanındaki atlı atatürk heykeli ve izmir enternasyonal fuarındaki kuğular vb.)

Duvardaki çocuk resimlerini kullanmak ya da Bodrum izmir arası seyahatlerini basit bir fotoğraf makinesiyle kadrajın içinde ne olduğunu önemsemeden çektiği fotoğraflarını yine K2’de aslında sergi mekanı olmayan ofisin bir anda boşaltılıp “aynı zamanda hep burdayım” sergisi kurulduğunda “Bodrum to izmir” adıyla sergiler. Burdaki işlem de tıpkı duvara yapılmış çocuk resimlerini alması gibi basittir. Kendi için önem taşıyan hem duygusal anlamda hem de fiziki taşınma halinin belgeleridirler. Bu iş aslında, son derece bireysel bir noktaya, yolculuk yaparken düşünme klişesinin alışıldık haline takıldığı için sıkıcıdır. Ama yaşadığı bunalımı aktarmada bu kadar yetersiz olan bu fotografların sergilenmesi sanatçının aşırı yerleşik yaşadığı bir mekandan orda bıraktıklarıyla yüzleşmesi zamanına rastladığı için önem taşır. Ne varki tüm bunlar izleyiciye verilmemiştir. Görünen yalnızca hiç de estetik olmayan bilindik seyahat görüntüleridir. Yine de “izmir fotoğrafları” ve “bodrum to İzmir” bireyin sabitlenmiş, sınırları çizilmiş yaşantısının reddine ilişkindir.

Esra Okyay, hiçbiyerde sergilenmemiş olan “Dünya yalan söylüyor” adlı bir seri üzerinde çalışmaktadır. Bu proje gazetelerden seçtiği politikacıların görsellerinden yararlanarak yaptığı suluboya resimler üzerine bu sloganı yazarak oluşturduğu bir dizi resimden oluşur.

Resim yapmak eylemini en geleneksel anlamda güzelliğin estetik olanın sunumu olarak ele alırsak, Bush ve m.Rice gibi politikacıların resimlerinin seçilmesi bu işi oldukça garipleştirir.

Bu gün haberlerde Amerika nın 1000 inci idam mahkumunu serbest bıraktığını söylediler bu Amerika Irak’a bağımsızlık ve insan hakları götüren ülke. Hepimiz biliyoruz ve susuyoruz değil “ yalan söylüyoruz”. İşin adını ise bir dönem türkiye’de oldukça popüler olan Duman grubunun “Dünya yalan söylüyor” parçasından alıyor. Bu gün insan hakları, demokrasi gibi kavramların ne kadar söze dayalı olduğunu. Hiçbir haklı gerekçe gösterilmeksizin Irak savaşının gözümüzün önünde gerçekleştiğini yanlızca izliyoruz. Gerçek olan biten adaletsizlik kimseden gizlenmeksizin açıkça yapılırken öyle bir dil hakim ki herşey bilinir ama engellenemez bir durumda akıp gidiyor. Dünya açıkça hiç olmadığı kadar “görerek” “görmezden geliyor”. Sanatçı günlük yaşantımız içinde yaşadığımız dünyaya ilişkin sosyal problemler ve adaletsizliğin farkına varmamızı sağlamanın yanında bu türden sanat pratiklerinin hızla arttığı, tartışıldığı gözönüne alındığında bu halkaya aktivist, müdehaleci bir kanaldan değil galerinin söz söylemeye izin veren yapısını kullanarak katılıyor. Sistem içinde sözünü aslında estetik olanla birleştirerek sıradan ve sanatsal hiçbir yeniliği olmayan bir dil kullanarak, entellektüel birikim ve bilgi gerektiren çağdaş sanata ilişkin alışılageldik yoldan daha geleneksel olana kayarak aslında gerçek risk alarak yapıyor. Bu noktada yapıt aslında sanıldığından çok daha büyük bir kesime -çağdaş sanatla ya da her tür sanatla bağı olmayan sıradan insana- ulaşmayı belkide daha iyi başarmış oluyor. İşin adı da popüler bir parçanın adıyla aynı olması da hoş. Esra, bu işi Galeri dışında da birkaç varyasyon halinde sunmayı düşünüyorum diyor, sokakta veya tabaklara basılı halde.

Son derece sert olması beklenen “dil“ve söylenmek istenenin yöntemi bir sanatçının karakteriyle değişime uğramış oluyor. İsyan etme modeli bile kendine has bir sessizlik ilkesiyle bütünleşiyor. Bu anlamda “sanat” bile askıya alınır kendi yaşamında, “sanatçı değilim ben aslında” diyen sanatçı tipinin karşısında son derece samimi bir gerçeklikle durur. Sanatçıya özgü olumsuzlaşabilecek hiçbir kriz yoktur. Politik yönü ağır basan bir iş yapar ama bu başkaları adına birşey söylemek için değil bizzat kendi için giriştiği bir iştir. Başkaları adına konuşmak,akıl vermek yerine farkındalığı arttırmak seçeneğini zorlar. Benim burada üstünde durmak istediğim şey politikaya bu kadar yatkın, hatta feminist damarı olan bir sanatçının kendi yöntemleriyle bunu yansıtma biçimi olması ve bunu sürdürmesidir. Bu alçakgönüllü bir isyankarlıktır çünkü elinden gelen budur.

Yine daha duygusal ama bir o kadar da keskin politik aktarımları içeren Arafat, bilgisayar destekli üretilen imajlardan oluşur. Arafat ve Esra okyay aynı karede birarada bize bakmaktadır. Sanatçı fotografın çekildiği gerçek zamandaki gerçek kişilerin yerine kendisini koyar. Kendini forografın içinde koyarak, montajla sağlamaya çalıştığı şey orada olma halidir. Arafat’ın yanında onunla aynı yerde ve zamanda. Bu taraf tutmanın aşırılaşmasıdır ve sanatçı kendini orda ve gerçeklik yanılsamasıyla varetme biçimini kullanır. Bu foto montaj haliyle yarı igreti yarı inandırıcı tabloda sanatçı politik yandaşlığının en uç aşamasına götürür. Yasser Arafat ölmüş olan ancak çizdiği figürle ciddi bir politik semboldür. O kapanan bir dönemin lideridir ve Esra Okyay onun yanındadır. Düşünsel ve ruhsal bir taraf olma durumunun, desteklemenin “imaj” olarak yansımasıdır. Burada sanatçının yarattığı ironik doz aşımı, yarattığı küçük şok ve böylelikle politik mesajı en ustruplu biçimde izleyiciye gider.

“...Yanlız yemek yiyen ölür...”*(Yanlız yemek yiyen ölür. Baudrillard’ dan alıntılanan ve tamamen bağlamından çıkarılmış bir cümledir.)

Sanatçının K2 sanat merkezi oda:243 de gerçekleştireceği performansın içeriği randevu alan izleyicilerin Esraya misafirliğe gitmesinden oluşur. Esra gelen misafirleri – ki tanıdık tanımadık herkese açıktır- istediği şekilde ağırlar. Çıkış noktası sanatçını hissettiği yanlızlıkdır. Ama bu yalnızlık tarifi batı toplumlarında görülen aşırı bireyselleşmenin getirisi olan bir yanlız olma durumu değildir. Daha fazla buraya aittir.(Bireyselleşmenin hemüz çok yaygın olmadığı ailenin hala toplumun en belirgin yapıtaşı olduğu bir coğrafyada sanatçı yalnız yaşamaktadır.) Bu bireysel bir problemken bu bir dizi video kaydının, misafir ağırlama ritüelinin gerçekleşmesiyle olayin ve yanliz olma durumunun gizli çözümü bulunmuş olur. Ev yaşantısına dair herşey tekrar gündeme gelir. Aynı zamanda bu ev, bu yapay salon hiç de sanatçının istediğinden farklı değildir. Yani Esra yaşadığı yerin çok benzerini kurgulayip insanları misafir eder. Onlara ikramlarda bulunur. Sohbet eder. İnsanlar önemlidir çünkü yalnız yemek yiyen ölür. Bu performans dışında aynı konu çerçevesinde ürettiği bir video da vardır. “Yanlız yemek yiyen ölür” sanatçının kendi evine davet ettiği arkadaşlarıyla yaptığı kahvaltıların kayıtlarından oluşan videosu havadan sudan sohbetlerle geçen son derece özelliksiz ve kimseyi ilgilendirmeyecek derecede bir grup insana ait görüntülerden oluşur.

Fakat bu iş bir biçimde işlerindeki toplumsal gizil baskının tahlili gibidir. Başka bir sosyal biçimin karşılaştırılması anlamında. Aile nin toplumun hala en belirgin yapıtaşı olduğu bir toplumda yine bundan kaynaklanan, maaruzkaldığı “yanlız hissetme” halidir. Sanatçı çok ta zorlamadan, bir saptama olarak da olsa toplumsal ve insana ait duyguların gizli bir arkeolojisini yapar.

Esra Okyay ın işlerinde genel olarak belirginleşen birkaç temadan sözedilebilir; aile, toplumsal bir takım baskılar ( bu aslında sanatçının bireysel keşfi de sayılabilecek özel bir aralıktır baskı burda en genel anlamıyla değil özellikle işler üzerinden anlaşılabilecek özelleştirilmiş, incelmiş bir aralığa karşılık gelir ),çocukluk travmaları, gizli feminizm, politik içerikli yapıtlar. Her ne kadar bir sanatçının üretimlerini bir paragrafta toplamak doğru olmasada yapıtların gösterdiği ipuçlarının takibidir bu. Esra Okyay’ın bazı işlerinde ortaya çıkan bir özellik de “geçmişi” “bu gününü oluşturan” olarak değerlendirmesidir. . Esra Okyay konu olarak farklılaşsa da genellikle kendinden çıkan hatta kendini ele veren bir bireysel kaynaktan beslenir ve son derece bireysel olan anonim bir karakterle izleyicisine yorumlayıcısına gider.


Elmas Deniz 2006











AKSAK ROMANTİZM

Herşeyi gerçek sanan, her duygu ve ruh durumunu kendiyle özdeş tutup, tüm varlığıyla hisseden. Sinemada gördüklerini gerçekle eş tutup heyecanını dışa vurmaktan kaçınmayan..
Kahramanın aşkıyla kendini hüsrana uğramış hisseden – o kadın ile kurduğu ilişkiyi gerçek yaşamın kodları sanan – ve kendi yaşamında da karşılığını arayan ve aksaklığını da bu romantizmin hiçbirzaman varolamayacak olmasından alan bir durum…
Ailenin, arkadaşların ve belirli steril bir çevrenin oluşturduğu toplumda...
gerçek olamayan o ince çizgide
kendini aramak ve yaşam deneyimine kendini böylece kaptırıvermek.

Ekranda gördüğü her şeyi gerçek sanan bir dönemin insanları… Sanatçının hatırladığı kendi ilkgençlik yıllarında izlediği filmler. Burada tabii o zamanki Türkiye’ de sinema izleyicisinin karakteri önem kazanıyor. Filmi izlerken – ki çoğunlukla aşk filmleri bunlar- kahramanın, yani iyi olanın başına gelen her tür olayda insanlar aşırı tepkiler veriyor. Alkışlar, bağıranlar, ağlayanlar ve kendini kaptırmış izleyici. Günümüzde sinema izleyicisinin asla yapmayacağı her tür taşkınlık…Sanatçının tanık olduğu hatta içinde bulunduğu durumlar. Aklıyla aştığı tüm bu şeylerden duygusal olarak etkisinde kalmanın getirdiği ve beslediği sanat yapıtı.

O filmlerde her şey o kadar steril o kadar gerçeküstü bir kurguya sahiptir ki “raslantı”nın nadir birşey olduğunu unutabilirsiniz ya da insanların ya kötü ya da iyi olduğuna inanabilirsiniz ve yaşantıda olanca hızıyla başka türlüdür. Kimsenin karakteri o kadar da keskin sınırlara sahip değildir. En uç aşamalarında hayat hiç de ekrandaki gibi değildir ve bu hep atlanır.

İnanç fazlalığı inançsızlığa doğru seyretmeye başladığında sanatçı kendi duygusal gelişiminde etkisi olan faktörleri farketmeye başladığında istese bile bunu değiştiremeyeceğini anlar. İşte sanatçıya olan da budur.

Herşeyi çok fazla ciddiye alan yapısıyla alçakgönüllüdür, utangaçtır. Gözleri yaşarır. Artık kendini ve tüm sıkıntısını ortadan kaldıran bir şeydir film izlemek ve gerçek mi değilmi diye düşünmez. Ama aslında kendi dünyası içinde geçmişinde bu kadar keskin tanımlanmış herşeyi belirlenmiş ve bir daha değişmemek üzere etkilenmiştir.

2004 – Elmas Deniz

posted by K2 @ 1:25 PM, ,




"ASİT/TOZ"

"Asit/Toz", silme eyleminin hem etkin hem de edilgin karakterini ortaya koymaya çalışırken; bir yandan da varolan tarifler üzerinden yeni bir durum yaratan öznel yorumları, birçok disiplinden örnekleriyle bir mekanda topladı.

Bozulma, aşınma, tahrif etme, kapatılma-kapatma, müdehale etme, yırtma, yıkma, yakma, örtme, düzeltme, çizme, temizleme, dönüştürme, parçalara ayırma, koparma, yok etme, unutma, misenformasyon, dezenformasyon,..

Tüm bunlar bazen eylemin kendisine hizmet ederken, bazen de silinenin varlığını daha da korumaya, saklamaya, başka bir biçimde-boyutta varlığını sürdürmesine de yardım edebiliyor. Bazense silme eylemi sonrasında ne "silinecek" elimizde kalıyor ne de üzerine gelmesi tasarlanan "yeni"...

Tahmin edilemeyen bambaşka sonuçlara gebe olan "Asit/Toz" farklı disiplinlerden sanatçıların silme eylemi üzerine yarattığı çeşitlemeleri 3-23 Nisan tarihleri arasinda K2 Sanat Galerisi'nde biraraya getiriyor.

Katılımcılar: Barış TANYILDIZI, Süleyman HANDAN, Halil VURUCUOĞLU, Aslı ÇAVUŞOĞLU, Damla KIZILTUNÇ, Gülcan ŞENYUVALI, Sebnem AYDIN GÜNDÜZ, Ali KILIÇ, Ahmet UHRİ, Seda HEPSEV, Habip UYANMAZ, Barış Ö. GÜLER, Bilgehan YILMAZ, Oğuz KOCAOĞLU, Tuğba ATALAY, MORS (Karahan KADRMAN), Okan YARGICI, Bahar OGANER, Gülşah KARANLIK, Elvan EKREN, Neda İ. ATAR, Özgür YAŞAROĞLU

Not: Sergi süresince her gün Karahan KADRMAN' ın performansı saat 18:00-20:00 arası izlenebilir.

posted by K2 @ 11:26 AM, ,